Milliyetçi-Toplumcu Savaş Stratejisi-1: Doktrinimizin Ana Hatları

Memleketlerin kurtuluşu için inşa edilen fikir teorilerinin bünyad yönelimleri, o ulusun çıkarlarına ve önünde sonunda ulaşmak istedikleri politik-sosyolojik seviyelerin zorluklarına dayanmaktadır. Bu sebepledir ki Kapitalizm’in egemen görüş olduğu 2. Dünya Savaşı sonrası kutuplaşma evresinde insanlar tarafından benimsenen ideolojilerin hareket tarzları, kahir ekser fakirleşmiş ve köleleşmiş toplumların ekonomik yönden kalkındırılması ve genellikle taşralarda yaşayan köylü kitlenin refahının sağlanması alt metnine istinat etmiştir. Filhakika sınıfların ve paranın kullanımının merkez alındığı ideolojiler, yürütme sistemlerinin de temelini oluşturmuşlar ve zaman içerisinde iktisadi güçlenme ferd ve sınıflar üzerinde arttıkça, ideolojilerin ve fikir sistemlerinin siyasete doğrudan ve dolaylı müdahalesi de kaçınılmaz olmuştur. Bu ideolojiler ise kimi zaman kitleselleşmiş, kimi zaman ise burjuva görünümünde seçkinci bir azınlık fikri olarak tebarüz etmiştir. Her ne şart altında olursa olsun akım ideolojileri, uzun yıllar boyunca pragmatizm eksenine bulaşarak yozlaşana kadar hükümetleri ve yönettikleri devletleri politik arenada etkilemeye muktedir olmuşlardır.

Siyasi ideolojilerin kitleleri peşlerinden sürükleyecek kudrete ve sonunda halkları yönetebilecek kabiliyete haiz bulunmaları, onların temelinde bir fikir teorisine yaslanmış olmalarından kaynaklanmaktadır. Fikir teorileri, belli başlı ideolojilerin sistemlerini oluşturmak için zorunlu bir aşamadır. Bugün Türkiye’de, güncel politikayı ve gençlik hareketlerini etkileyebilecek, burjuva görünümlü küçük zümreleri alaşağı edebilecek, hâkimiyet kaynaklarını anlaşmaya zorlayabilecek, dağınık vatanperver grupları tek sancak altında birleştirebilecek ve nihayetinde kitleleri büyük fikirler etrafında teşkilatlandırıp harekete geçirebilecek güncel bir milliyetçilik teorisi bulunmamaktadır. Buna müteakip, sistematik ve metodolojik fikir teorisinden güç olan etkileyici doktrinler de ne yazık ki sünud edecekleri bilimsel dayanaklardan mahrum kalmaktadırlar. Bu durum, hem sosyal medyadaki onaylı hesapların sanal milliyetçiliklerine, hem küçük zümrelerin bir daire tutarak icra ettikleri adem-i merkeziyet görünümlü ofis milliyetçiliklerine hem de kendilerini kurtarıcı olarak lanse eden birkaç siyasi partinin refleksif-tepki milliyetçiliklerine olanak sağlamaktadır. Elbette ki bunun sonucunda Türk Milliyetçiliği, sadece kendisini düşünen çıkar gruplarına ve onların başlarındaki kifayetsiz liderlerine araç olacak ve nihayetinde sönümlenip gidecektir. Biz, Milliyetçi-Toplumcular olarak buna asla izin veremeyiz.

Bahsettiğimiz rotada “Milliyetçi-Toplumcu Fikir Teorisi” ortaya koymak uzun soluklu bir uğraşıdır. Filhakika fikir teorileri bilimsel olmak zorundadırlar. Kısa vadede bir milliyetçilik teorisi oluşturmak hem akademik hem de politik olarak sınırları zorlayacaktır. Bu sebepledir ki hâlihazırda mezkûr görüşün fikir teorisi, zihinlerimizden kâğıtlara tuğyan edeceği güne kadar beklerken, öncelikle bulunduğumuz dönemin bunaltısını da göz önüne alarak, inandığımız davanın doktrinini kitlelere ulaştırmak daha doğru olacaktır. Vakıa teoriler robotik, doktrinler felsefidir. İnananları kısa sürede hem fikri hem de fiziki manada mücadeleye hazırlayabilecek, onlara kalem tutarken aynı zamanda yumruk da sıktırabilecek, mevcut düzeni ‘bilinçli şekilde’ eleştirebilecekleri düşünceleri aşılayabilecek ve badehu ruhi kuvvetlerini yükseltebilecek yegâne araç, sarsıcı bir doktrindir.

Bu açıklamayla beraber, zannedilmesin ki ortaya koyduğumuz doktrin, milliyetçi teorilerden beslenmemektedir. Tam aksine bu doktrinler, arkasında çok kavi teoriler barındırmaktadırlar. Yalnızca bilinmesi elzemdir ki doktrin, teorilerden daha bağımsız ve üstündür. Birçok teorisyenin aksine bizler, doktrinin daha kıymetli olduğuna inanıyoruz. Teori, farklı zamanlarda farklı metotlarla da kitlelere verilebilirken doktrin, daha yolun başında ortaya konmalıdır. Fikir teorileri değişime, gelişime, bozulmaya, yozlaşmaya ve ne yazık ki işbirliğine açıktırlar lakin doktrinler değişmezler, bozulmazlar, yozlaşmazlar, bükülmezler ve kati surette rakiplerle anlaşmazlar.

Milliyetçi-Toplumcu olduğunu her şart ile durum altında ve karşısındaki kim olursa olsun fark etmeksizin herkesin önünde iblağ etmekten hiçbir zaman çekinmeyen bir kadro olarak bu doktrini de ayrı ayrı değerlendirmek okuyucu nezdinde daha anlaşılır olmasına olanak sağlayacaktır.

  1. Milliyetçilik

İdeolojiler, insandan ve onun yaşamından bağımsız ele alınabilecek mücerret kavramlar değillerdir. Her ne kadar Türkiye’deki Milliyetçi akımlar, içlerinde yoğun batıni fikirler barındırsalar bile özlerinde ruhi kuvvetlerinden ayrı realist yaklaşımlar da bulundurmuşlardır. Bugüne ulaşan süreçte Türk Milliyetçiliğine yönelik yapılan tanımlar içerisinde müşterek ifadeleri iskandil ettiğimiz vakit, her bir Türk Milliyetçisinin ‘insan’ ve ‘cemiyet’ kavramlarında uzlaştığını ve bu iki temel taşı, söylemlerine de yansıttıklarını anlamaktayızdır. Özellikle tek partili dönemde prangalarından kurtulduktan sonra Türk Milliyetçilerinin daha dünyevi yorumlarla açıklamaya çalıştıkları Türkçülük fikrinde ideoloji ve insan kavramlarına sıkça tesadüf edilmektedir. Onlara göre Türk Milliyetçiliği; fertlerin birleşerek Türk Cemiyeti haline gelmesine çalışmak ve bu cemiyeti ve dahi bu cemiyetin fertlerini, başka bir deyişle millet olabilmiş Türklerin saadetlerini sağlamak, bu saadeti sağlarken de ferdin ve milletin bütün haklarını gözeterek doğrudan onlarla alakadar olmak ülküsüne Türk Milliyetçiliği demişlerdir. Lakin baktığımız zaman buraya ince bir nüans ekleyebilmemiz elzemdir. Türklerin veya Türk Milleti’nin çıkarlarının kazanımı için yegâne mücadele yolunun Türk Milliyetçiliği ideolojisi olduğuna inanan ve zikredilen ideolojinin prensipleri ile doktrinlerini benimseyerek çalışan kişi Türk Milliyetçisidir ve Türkçü’dür. O sebeple Türk Milliyetçiliği de Türk Milliyetçilerinin görüşüdür.

Bu noktada karşımıza ideolojilerin tek başlarına bir anlam ifade edemeyecekleri ve insan ile cemiyeti ayıramayacakları gerçeği çıkmaktadır. Türk Milliyetçiliği de insanın kendisi ile alakadar olduğu ve doğrudan Türk kimliğine sahip bulunduğu için, cemiyeti ve milleti oluşturan fertlerin ruhi duygularıyla ve yaşayışlarıyla da ilgilenmek zorundadır. Burada izbar edilen nokta esasen günümüzdeki ve geçmişteki milliyetçilik yaklaşımlarına da iyi niyetli bir eleştiridir.

İdeolojilerin insanla ilgili oldukları kavranabilen bir meseledir. Fakat Türk Milliyetçiliğinde realizm ile natüralizm arasında seyreden fikirleri, O’nun kitlesel bir başkaldırıya ulaşabilmesini ya da Türklerin bütünüyle alakadar olabilmesini yer yer engelleyebilmektedir. Geçmişin belirli dönemlerinde teokratik ya da muhafazakâr eğilimler gösteren Türk Milliyetçiliğinin, insan ile ilgilenme prensibi doğrultusunda böyle davranması anlaşılabilir bir gerçektir. Vakıa Türk Milleti’nin ferd olarak çok yüksek bir çoğunluğu herhangi bir dine iman etmiş kişilerden mürekkeptir ve bu kişilerin çok küçük bir kısmı dışında kalanlar da İslamiyet’i benimsemişlerdir. Filhakika Tanrı inancının çok yüksek oranda görüldüğü Türklerde, Milliyetçiliğin din dışı kalabilmesi de olanak dâhilinde değildir. Bu sebepledir ki Türk Milliyetçilerinin, milletin tümüyle ilgilenebilmesi için O milletin gereksinimlerini ve kabullerini de benimsemesi gerekmektedir.

Bugüne ulaşan süreçte Türk Milliyetçilerinin Türk Milleti’nin herhangi bir normunu reddetmeye çalışmaları ya da bu normlardan bir kısmını parlatıp fikri teorilerine sığınak yapmaları çok defa görülmüş bir hatadır. Vakıa insanın bireysel olarak kendisini ilgilendiren ruhi meselesinin, realist fikir teorisine tadammuh etmesi, Türk Milliyetçiliğini tamamen mücerret çizgiye sokmaktadır. Evet, ideoloji insan ile ilgilidir ve O’nun hissiyatı da önem arz etmektedir fakat bilhassa retoriğe ve doktrine salt soyut söylemler ile tasavvufi yaklaşımlarda bulunmak bu sefer de mezkûr ideolojinin ruhanileşmesine ve toplumun somut politikalardan oldukça uzak kalmasına sebep olmaktadır. Yani Türk Milliyetçiliği ne hamasi söylemlerde kalmalıdır ne de tamamen materyalist fikirlerle yönetilmelidir.

İşte Milliyetçilik anlayışımızın ruhi temeli de burada yatmaktadır. Bugün Türk Milliyetçileri ya milli güvenlik söylemleriyle tamamen devletçi-savunma refleksleriyle milliyetçilik ortaya koymaktadırlar ya da 12 Eylül Darbesi’nin bize miras bıraktığı dini retoriklerle tamamen batıni bir felsefe ile soyut milliyetçilik icra etmektedirler. Milliyetçiliğin kalben dolu olması gerekliliği, somut, eylemsel ve realist milliyetçilik anlayışını geri plana itmektedir. Bundan daha vahimi, hem milli güvenliği hem de geleneksel anlayışı reddeden materyalist milliyetçiliğin varlığı da hem ideolojimizi hem de doktrinimizi zedelemektedir. Milli güvenlik temalı devlet milliyetçiliği gençleri daha resmi ve fikirsiz bir tipolojiye sürüklerken, tasavvufi milliyetçilik ise pasifize ederek gerçeklerden uzaklaşmalarına sebebiyet vermektedir. Özünde din dışı seküler milliyetçilik barındıran akım ise materyalist zihniyetlerini genç kitlelere aşılayarak refah anlayışını bir sonuç değil amaç haline getirmektedir. İşte bu sebepledir ki Milliyetçi-Toplumcu doktrin, gerçek milliyetçilik anlayışının tekrar zuhur etmesinde gereklidir.

İdeolojiler, insandan ve onun yaşamından bağımsız ele alınabilecek mücerret kavramlar değillerdir, demiştik. Bu sebepledir ki artık insanların dini veyahut gelenekçi reflekslerini tekrar tekrar kurcalamanın da bir manası yoktur. Türk Milliyetçiliği, Türk Milleti’nin değerlerini sonuna kadar korumakla mükelleftir fakat bu durum, sistemin ve teorilerin tekrar tecerrüd haline gelmesini gerektirmemektedir. Bu sebepledir ki mevcut politik konjonktürde, aynı meseleler üzerinde berdavam tartışmalar bizleri asla ileriye götürmeyecektir. Türk Milliyetçiliğinin, yeni bir maneviyata ihtiyacı yoktur ve tekrar eden mukadderatçı ve mukaddesatçı söylemler ile milliyetçi fikir sistemi oluşturmak gereksizdir. Hâlihazırda Türk Milliyetçiliği mukadderatını ve mukaddesatını ortaya koymuş, maneviyatını kanıtlamıştır. Buna paralel olarak Türk Milliyetçiliği, tamamen geleneklere ve inançlara sırtını çeviren Seküler Milliyetçilik girdabına da kapılmamalıdır. Vakıa materyalist felsefeler, politik fikirlerin iyi kötü getirilerini şahıs ile fayda çizgisinde sınırlamaktadırlar. Günümüzde bütün Türk Milliyetçileri için gerekli olan hem politik hem de toplumsal bir uyanışı ve başkaldırıyı ortaya çıkartacak olan; planlı, programlı, sistemli ve kuvvetli bir siyasi doktrindir.

Bu doktrin de Milliyetçi-Toplumculuk Doktrini’dir.

 

  1. Toplumculuk

Toplumculuk bizlere, Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık’ından emanet kalmış prensiplerinden bir tanesidir. Vakıa Türkeş’in Dokuz Işık Doktrini de ilk programlı hale getirildiği vakit: “Milli Doktrin Dokuz Işık: Milliyetçi-Toplumcu Düzenin Ana Hatları,” ismiyle kamuoyuna duyurulmuştur. Esasen Dokuz Işık içerisinde de en çok öne çıkan iki prensip de Milliyetçilik ve Toplumculuk olmuştur. Bu iki prensip, daha ilk andan kitlelerin benimseyip uygulamaya koydukları ve Dokuz Işık ile tamamıyla özdeşleştirdikleri bir doktrin olarak benimsenmiştir. Yani Milliyetçi-Toplumculuk, Dokuz Işık’ın birebir kendisidir.

Toplumculuk, milletin bizatihi kendisiyle “Halk için Hakk için Halk Tarafından,” şiarıyla hareket eden sistemin “Sosyalizm ve Solidarizm,” ikileminden kurtarılmış şeklidir. Toplumculuk, Toplumculuk fikrini ilk ortaya atan ve tarihsel süreç içerisinde birden fazla fraksiyona ayrılan Milliyetçi-Sosyalizm fikrinin yetersizliğinden zuhur etmiştir.

Türk Milliyetçiliği’nin dün de bugün de kendi içerisinde her daim fikir sapmalarına maruz kaldığı aşikârdır. Bunun altında ise esasen milliyetçiliğin, tek başına bütün bir topluma hitap edecek kadar donanıma sahip olmadığı görüşü yatmaktadır. Milliyetçilik kuramlarının özünde bu önermenin, bütün siyasi görüşler ve hükümetler tarafından önünde sonunda şoven politikalara yönelme mecburiyetinin olduğu fikri bulunmaktadır. İzahı gerekirse bu görüşün yavan hali şu şekilde ifade edilmektedir: Milliyetçilik, toplumun ihtiyaçlarını tek başına karşılayabilecek altyapıya ve teoriye sahip bulunmadığından, milliyetçiliğin ruhi kuvveti ancak realist ekonomik görüşler ile desteklenmelidir. Milliyetçilik behemehâl her ulusun içinde olan ve yeri gelince tepkisel olarak kullandığı bir görüştür.

Bu fikir, tamamen reddedilemeyeceği gibi tek başına da yetersizdir. Milliyetçilik, sentezlendiği vakit daha kuvvetli bir silaha dönüşmektedir. Kaldı ki çağımız, herhangi bir dünya görüşünün yeknesak halde kalmasına da asla müsaade etmemektedir. Fikirler, doğrudan sentezlenebildiği gibi (Nasyonal Sosyalizm, Türk-İslam Görüşü, Teokratik Liberalizm vs.) kendi içlerinde de diğer görüşlerin saçıntılarını barındırabilmektedirler. Örneğin Kemalizm, hüviyetinde İtalyan Faşizmi’nden çokça benzerlikler bulundururken, Türkçülük içerisinde de ilk zamanlarda ağır bir Sosyalizm etkisi görülmektedir. Fakat her iki görüş de ortaya yeni bir sentez çıkartmamış, yani birbirlerine karşı onları yanlışlayarak ortaya yutucu bir hipotez koymamışlardır.

Milliyetçi-Toplumcu Doktrin de rota olarak kendisine, zannedildiği gibi iki farklı görüşün birleştirilme yoluyla zuhur ettirilmiş yeni bir sentez fikrini benimsememiştir. Bizim nezdimizde Milliyetçilik, tıpkı Sosyalizm’in çıkış noktasında olduğu gibi zaten toplumcudur. Toplumun yararını, halkın ihtiyaçlarını ve milletin yaşam şartlarını nasyonal şekilde ele almak için var olmuştur ve olacaktır da. Bu süreçte diğer ideolojilerin varsaydıkları yöntemlerin Milliyetçi-Toplumcu Doktrin açından kabul görmesi, kullanılması veyahut benimsenmesi ancak millet nezdinde faydası ile ölçülmektedir. Milletin yararına işlemeyen, toplumu değil şahısları düşünen ideolojiler, toplumcu değillerdir.

Toplumcu görüş, kendi küçük zümrelerinde kapalı kalmış ve halka inememiş burjuva görünümlü seçkinci anlayışın tam karşısındadır. Ferd çıkarlarını besleyen, üstenci aristokrat karakterde bulunan milliyetçilik anlayışına karşı Toplumculuk, tam aksine milletten kopuk olmayan tamamen bütün bir halkın kurtuluşunu kendisine şiar edinmiş ülkücülerin silahıdır. Bugün Türkiye’de görülen ve milliyetçiler arasında ne hazindir ki yayılmaya başlayan zümre teşkilatçılığının engellenebilmesinin tek yolu Toplumculuktur.

Toplumculuk, hem milliyetçi hareket hem de halk nezdinde sınıfların varlığını kabul eden lakin mevcut sınıflar arasındaki ayrıcalığı asla kabul etmeyen bir doktrindir. Toplumculuk, yalnızca belirli bir sınıfın değil, topyekûn bütün sınıfların milli çizgide kalkınmasını amaçlamaktadır. Ne Liberal Kapitalizm’in beslediği zengin burjuva sınıfının, ne Marksizm batağına çekilmek istenen işçi sınıfının ne de beyaz yakalı olarak anılan orta sınıfın hakları tek başlarına savunulabilmektedir. Yalnızca belirli sınıfların haklarını savunan görüşlerin aksine Toplumculuk, milletin her grubunun ve ferdinin refaha ulaşmasını kendisine gaye edinmektedir.

Bugün Türkiye’de bütün sistem, yalnızca Kapitalist burjuva kesimin çıkarlarına uygun şekilde tasarlanmıştır. Çağımızın en müstekreh durumu ise bütün bir insanlığa materyalizmin aşılanması sonucunda bir gün o burjuva kesime, matah bir durummuş gibi, girebileceklerinin vadedilmesidir. Kolay yoldan gelir elde etme ve liberal politikaların canhıraş savunulması gafleti de kapitalist sınıfı daha da güçlendirirken, alt ve orta sınıfı ise eritmektedir. Bunun yanı sıra sendikaların, öğrenci gruplarının, aydınların, işçilerin, öğretmenlerin ve dahi bütün bir toplumun zorla ve çeşitli retoriklerle pasifize edilmesi, ilhaken işbirlikçi kimselerin de mevcut düzende elde ettikleri dünyevi payeleri koruma içgüdüsüyle bu duruma destek vermeleri, Türk yurdunda burjuva sınıfın hem bürokraside hem devlette hem de halkın üzerinde iktidarlı olmalarına sebep olmaktadır.

Toplumculuk, bütün bunların karşısında, alın terinin ve emeğin sömürüsünü engelleyebilecek, bozulan sınıf dengelerini düzeltebilecek tek görüştür. Hâlihazırda Milliyetçi-Toplumcu Doktrin’in çıkış noktası, sermayenin yarattığı vurguncu düzen ile savaşmak ve Türk Milleti’nin lehine çıkar sağlamaktır.

Türkiye’de faaliyet gösteren milliyetçi teşkilatların çoğunluğu, yazımızın “Milliyetçilik” kısmında belirttiğimiz gibi kendi teorilerine odaklandıkları için, milletin baht-ı kara maderini kurtarabilecek durumda değillerdir. Vakıa individüalist şahsiyetlerin tek amaçları, kurdukları zoraki oluşumlarla etraflarına çıkar odaklarını toplamaktır. Bu yolla vücuda getirdikleri örgütlerinde, pastadan pay kapmaya çalışmaktırlar. İstedikleri, karşı olduğumuz burjuva yapılanmalara gitmek, bu yolla salt kendilerini kurtarmaktır. Kavuştukları makamlarını korumak, statükolarını devam ettirmektir.

Milliyetçi-Toplumcular, Türk Milleti’ne fayda sağlayan bütün düşünceleri gerçekleştirebilecek kuvvete sahip olacaklardır. Başı eğilen Türk’ün hesabını biz soracağız.

Savaşımız Vurguncu Düzenedir!

Bu yazı, ilk olarak 31 Ocak 2024 tarihinde Zincirkıran Dergisi’nde yayınlanmıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz